29.05.2017

Zvizdan: Geçmişin Gölgesinde Boğulmak

Balkan sineması son yıllarda usta yönetmenlerinin çok sağlam işler yapmaması sonucunda iyice gerileme dönemine doğru ilerledi. Dişe dokunur çok fazla filmin öne çıkamadığı Balkanlar’da, “Zvizdan” kendi ülkesinde gişe rekorları kırarak umut oldu. Peki, ülkesinde gişe rekorları kırması, sinema açısından paralel olarak filmin iyi olduğu anlamına mı geliyor?

Film üç farklı hikâyenin, üç farklı yılda, farklı karakterlerle ama aynı oyuncularla çekilmesi sonucunda ortaya çıkmış. İlk hikâyede 1991 yılındayız. Sırp – Hırvat gerilimi gölgesinde savaş dönemlerindeyiz. İki sevgilinin birbirine kavuşmaya çalışma öyküsü anlatılıyor. İkinci hikâye 2001 yılında savaşın geçtiği şehirlerden birine taşınan anne – kıza yardım eden bir gencin hikâyesini anlatıyor. Üçüncü ve son hikâye ise yine on sonra 2011 yılında gerçekleşiyor. Bir parti için evine gelen üniversiteli bir gencin geçmişiyle yüzleşmesini konu ediniyor.

Seçilen hikâyeler genel anlamda çok karmaşık değiller. Hepsi basit bir kurguya oturtulmuş. Genelde vermek istediği etkiyi diyaloglarla ve bakışlarla vermeye çalışıyor. Yeri geldiğinde çok fazla açıklama yapıyor. Ancak ne yapılırsa yapılsın eninde sonunda olay, Sırp – Hırvat düşmanlığına getiriliyor. Gerginlikler kadın – erkek ilişkileri üzerinden anlatılmaya çalışıldığından, daha az mekân kullanılarak, daha sade sanat yönetimi tercih edilmiş.

Hikâyeler arasındaki geçişlerde, savaşın izlerini taşıyan bina ve eşya görüntüleri eşliğinde, geçmişe ve yıkıma neden olan savaşa vurgu yapılıyor. Aynı oyuncuların farklı karakterleri canlandırmaları, hikâyelerin birbirine karışmasına neden oluyor. Özellikle ilk ve ikinci hikâye arasındaki geçiş muğlak olmuş.

Genel anlamda üç hikâyeden en iyi parça ilk hikâye olarak seçilebilir. Akıcı hikâyesiyle, filmi izlerken keşke tüm film bu hikâye üzerinden yürütülseymiş dedirtiyor. Özellikle pasif direnişin, yaratıcı kuvvetin tahammülsüzlük derecelerini hikâyenin içinde altı çizilen unsurlardan biri olarak nitelendirebiliriz. Modern bir Romeo & Juliet hikâyesi diyebileceğimiz ilk hikâye filmin tamamen sıradanlaşmamasına neden oluyor.

İkinci hikayedeki cinsel gerilim, üçüncü hikayedeki pişmanlık teması tek başlarına iyi gibi görünseler de filmin tamamına baktığımızda havada kalan temalar olarak dikkat çekiyor. Dram dozajının fazla kullanılması, hikâyelerin sığlığından dolayı tuzu fazla konulmuş yemeklere benzemesine neden oluyor. Film bittiğinde bilinen hikâyelerin kavrulup, yeniden önünüze serildiğini görüyorsunuz.

Sonuç olarak ilk hikâye ile potansiyelini gösteren ancak diğer hikâyeleriyle tonunu da iyice düşüren vasat bir film olmaktan öteye gidemiyor. Belli ki film ülkesindeki film kısırlığından kaynaklı olarak öne çıkmış ve seyircinin sinemalara koşmasına neden olmuş. Yoksa içinde ne bir yenilik barındırıyor ne de unutulmaz bir sahneye imza atılmış.

Not: Zorlarsak sınırdaki müzikle pasif direniş sahnesi akılda kalan en iyi sahne olacaktır. Bu film Paralel Sinema’daki “O AN” köşesinde işlenseydi, bahsettiğim bu sahne uygun olacaktı.